24.7.17

'ölmek, uyumak sadece!'*

rüyalar her şeyi büküyor. çok yoruyor. zaman, akan bir şey mi yoksa fazla mı içtik? duruyor bazan. ritim. her şeyin içinde. en sonsuz biçimde. izlediklerim, görmediğimi sandıklarım, aslında gözüme ilişenler. kalabalık. çok ayak. içimizi sığdırdığımız bu bedene nasıl alıştık? neden bir gece yarısı her şey çok fazla gelmiyor? alışmak lanetiyle doğuyoruz belki. temmuz dediğimiz bir yerdeyim. bu yıl 30. kez eylülden geçecek varlığım, eğer varırsa. anlayamadığım, katılaşmış şeyler ilgimi olanca üzerine çekiyor. ' o soruyu çözmeden masadan kalkmak yok' cümlesini hatırlıyorum. hayatmın referanslarından bir ses. insanruhubilimcilerince. kelimeler ne yoksun. artık pazartesi. haftayı düşünüyorum. devam edebilme gücümüzü. biz kimiz. ben b i z' e inanmıyorum. kediler uykularda. salon dağınık. okunmamış onlarca kitap. aklımda yeteneğiyle beni dağıtan bir adam sureti. hep aynı yerlerden kanıyor dizlerim. koşullarımın yetersizliğini değil, hayvansılığımı çağırıyorum. insani duyudan daha başka bir niyetle. içgüdü. ihtiyacım olan. bilmeden. rutinin dışına taşıran, aniden gelen, ol-an. mavide bulduğum, tuzda. aramadan, arzulamadan, sadece ol-an. kendiliğinden.

rüyaya yatıyorum, hayrolsun.

     



















*William Shakespeare                                   

15.1.17

'(yorganlarım tütün kokuyordu)' *


                                                                       

                                                                         



ev sabahı. pazarca. hava usul ve loş. sardunyalar üzerlerine yığılan karın etkisindeler hâlâ. kırgın. ama mart gibi toplarlar. topraklarını değiştirince, saksılar büyüyünce barışırız. daha evvel yine kar yağmıştı. biliyorum. kahve kekremsi değil, içimi yumuşak tutuyor, bu iyi. gördüğüm rûyalar geçiyor aklımdan. devrim'i ne denli özlediğimi, bağlandığım kedi çocuklara bir şey olmasından ne kadar korktuğumu anlıyorum, vazgeçtim bu rüyayı yazmaktan. bim evmiş kepenkli, nazar değmiş, göz varmış. ada çayı yakalım mı anne?

kıyı. kuyu. derinliğin bu kadar yakın biçimli ama zıt anlamlı tarifi.  ı / u . 

ilhan berk'in oturup bir gece çalıştığı 'u'. elbette kuyu kelimesinin içinde 'u' sesinin kaçınılmazlığı.

canım berk.

tanış/mışız gibi özlüyorum. piposunu içerken, elleri mürekkep lekeli, dudağının sol kıvrımyla beni alaya alacağını biliyorum. masada dilimlenmiş bir ayva. limon sıkılmış. 

'(yorganlarım tütün kokuyordu)', ve ne özlediğim bir koku. eski kireç beyazı ağır bir yorgan. pamuk. soğuk.

kar yağdı bir uzun. çamur kusmadan evvel bir uzun kaldı. beyaza boyadı. sanki hiç canımız yanmamış gibi. bir masalın en güzel yeri gibi. ten gibi. mucizeymiş pürüzsüzlüğünde. 

şimdilerde iyiyim. kahve içiyorum, su içiyorum, ayva yiyorum bazan. içinden geçtiğim zamana bakıyorum, saklanmadan geçtim, düşünmedim yaralanmayı. sadece yara aldım. içinden geçtim zamanın. sıyrıklarımın sızıları, yaralarımın kabukları aklımda. hissettim. gördüm. görme biçimleri. ah berger!  öyle garip ki. sorulardan uzak, yalnız olanla. daha mı az yoruldum, bilmiyorum, ama çoğalmaya devam edebilmenin, mutlu olanla mutsuzun tarifsiz yanyanalığının tadını çıkarıyorum. kanayan yerlerime birhan keskin okuyorum ki çağlasın. ve ân'larım! bazan iki kişi arasında yakın durma telâşı, bazan en sakinliğimde tutamadığım göz parlamaları. sevme biçimleri. ve aslında tarifsizliği, ve böylece eşsiz oluşu.

içimde bir yer var hâlâ coşkuya direnen. kusmadığım öfkelerin defterini tutan, kini hesaplaşması bitmeyen. ikna olmaya yakınlaştıkça bir kadının saksafon çaldığını öğreniyorum, sulu boya hayaller beliriyor gözümde, kaktüs yavruluyor, rastgele bir sokakta geçiyorum, dünyanın tüm kedileriyle konuşuyorum, ormanın sesini dinlemeyi anlatan insanlar tanıyorum, saçlarıma dokunan insanlar, ortaçağ tenimi tanıyan insanlar, kalbimin birlikte attığı insanlar, bir kitabın kapağını birlikte hatırlıyoruz, aynı maviye heyecanlanıyoruz başka tonlarda! mavi bir elbise giyiyorum rûyamda, bazıları okurken yazıyı şapkalarını sorguluyor harflerimin arama motorlarında doğru mu diye, o insanları bırakıyorum, beklemiyorum. o kurmayla, o hınçla, o iç hesaplaşmayla ben baş etmek istemiyorum. kendini sevmeyen birilerine nasıl anlatabilirim vanilyanın siyah oluşunu. aynı toprak ve mavinin arasında, kıyının yanındayız yolda. bazan saatlerce bir cümleyi okuyorum, izliyorum bir harfi. sorgusuz sualsiz. neden aramadan. 
geldiğim yolu çok iyi hatırlıyorum. kıyıyı görmeyişimi. yağmur yağdığında ne kadar susadığımı farkedemediğimi, ayağıma batan çakılların senin o yoldan geçtiğinde toplayıp bana getireceğin taşlar olduğunu. şimdi anımsıyorum, binlerce teşekkür. şükran. 

acı elbette acı. babam 67 yaşına girmedi bu sene 5 ocakta. gün mü almış, doldurmuş mu bir yaşı bir önemi kalmadı. buruluyorum,düğümlerim sızlıyor, özlüyorum!(açık adres verebilirim burnumun direğine giden yol'a) ama yaşadım. benim varlığımın katkısıydı, ve yaşadı, sardunyaları sevdi, ortancalara su verdi, sabah gün doğmadan manolya ağaçlarını koklamak için uyandı. bunca yaşam sevincini yok edercesine acıya teslim değilim. 

izzet'in, mecnun'un son nefes için geldiği yol'u unutmam.

                                           '' İnsan kadife bir hatıradan başka nedir ki'' **

kadife hatıralar. buram buram toprak kokusu içim! yol'a çıkarken aklımda dünyanın yuvarlak oluşu.  anlam ve anlamsız'ın beraberliği. düş'e kalka bir yuvarlakta serpiliyor oluşumuz. 


bir uzun 30 yıldan sonra,

iyi ki.!














* İlhan Berk, MISIRKALYONİĞNE
** Birhan Keskin, KİM BAĞIŞLAYACAK BENİ

13.12.16

Beyaz

Bir tutam tüy. Kar başladı. Usuldan. Yaşını almamış kediler. İzzet kar görmedi hiç. Heyecanlanır mıydı, sever miydi, korkar mıydı.. Kim bilir?
Büyük beyazlık. Doğu ekspresi hattında görmeyi, iz tutmayı umduğum beyaz. Eskiden bir bahçe dolusu kar yağmıştı. Hepsi benim karlar. Yaprakların, solucanların, saksıların üstünde karlar.
Güzelleştirmese bunca dünyayı, çekilir kahır mı? İç'im tutuş, kar düşüyor geceye. Hatıraların üzerine. Acı'nın. Uyuş, tam zamanı. kalbim. Hissetme ve katlanma bu dünyaya.


8.12.16

'büyümez ölü çocuklar'*

neden daha fazlasına tanıklık etmem gereksin, diyorum, sonra aklıma çipil gözleri geliyor çocukların...
kedi çocukların, insan çocukların, filizenen çocuk sardunyanın...

öyle bir korku musallat oluyor içime. ağrıyor iç'im. sızıyor. 

kaybetmekten korkuyorum sevdiklerimi. ya sevmekten de korkarsam diye titriyor içim. tanımak, hikayeye ortak olmak, anı biriktirmek çok ağırlaştırıyor hayatı.

oysa tuzlu su. 

gözgöze gelmiyoruz. soğan doğruyoruz, elif dükkanı parlatmış. çorba koyuyoruz ocağa. doğranabilecek ne varsa dolapta doğruyoruz. her gelen şaşkın. cümlelerim pat! diye. elif hindibağ olsaydım keşke diyor. bir yanımız hep toprak.duygu geliyor bir ara. suratında korku. canımız acıyor çok.  bir tutam tüy. siyahbeyaz. bir küçük yavru getiriyor dido. hilmi'ye benziyor. aklıma sürekli kalanlar geliyor. geride kalanlar. sonlu hayatlarımızın hayal kırıklıkları. daha fazla soğan doğrayıp, unutmayı deniyorum. çok zor. panikle yas birbirine karışıyor. içimden bir ses,  'nereye uçar turnalar' diye mırıldanıyor. mırıldanmak diyince aklıma haydar ergülen'in 'mırıldandığım şeylersin' şiiri geldi. hemen ardından julio cortazar'ın 'mırıldanığım öyküler' kitabı. can yayınlarından okumuştum galiba.


bal'dan çok kısa bir zaman sonra ortaya çıkmıştı izzet, saman ve furkan. öyle canım yanmıştı ki bal'ın gidişine, ah etmiştim. isim koymayacağım demiştim. yanlış hatırlamıyorsam miran ve ayhan koymuştu adını izzet'in.


miran'ın yokluğunda ne çok eksildik.

yarın muhtelife giderken soğan alacağım.

 ayakta kalabilmek için. öyle ya, daha çok veda var.


ayhan geldi sonra. hiç konuşmadan mezarlığa gittik. elimiz dolu gidip, boş dönüyoruz. güzel kuyruk'un yanına gömdüm dedi. veli, mecnun, bal, güzel kuyruk, izzet. aklımı yitirebilirim ama ağaçlar var. mezarı ev kılan. 


                                                              




çok yarım her şey. 







* Nazım Hikmet, Kız Çocuğu

26.11.16

'Bir zamanlar dünya sandığım bahçe'*

ayaz.sardunyalar pervazda titriyor sanki. pazar günü belki kar yağacakmış. kar yağsa sever miyim bir pazar gününü? sanmıyorum.
cumartesinin gelmesinden korkuyorum, bitmesinden. ertesi gün pazar diye.
yarın bir hafta olacak güzel kızım. bir sürü bilinmeyenli bir denklem yokluğun. hayatta kalmış olmayı, devam ediyor olmayı elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. içimde büyüyen boşluğunu gösterebilsem sana. 

bugün 2 liralık umut almaya gitmiştim. anıl'a bir kitap soracaktım. arkası dönük bir kedi vardı kırtasiyenin önünde. öyle ân'lardan. içim kırk kuyuya battı çıktı. elbet sen değildin, ve ihtimali bile sarsıcıydı. canım güzel bir kedi. ömrümün bir kısmını da o aralıkta bıraktım.

sonra sidar'la kabak aldık. beni dolma yapma konusunda ikna etti. 

nicedir aradığım kitap, defalarca baktığımız muhtelif'in kitap rafından çıktı. nasıl görmez oluyoruz bazan.

sabaha az kaldı. saçlarımın kurumasını bekliyorum.uykum yok zaten epeydir. devrim'i özlüyorum. bi duble rakı içecek akşam üstünün hayalini kuruyorum. ismet babaya kadar gittim, olmadı. zamanı değilmiş. 

cemal süreya'nın imzasını, elinin değdiği bir sayfayı, 'üvercinka' izledik bugün. hatırımıza işledik. 

kendimi bir fanusa koyabilmeyi isterdim. 

yazdan kalma, bahçe artığı bir nar gibiyiz. içimiz paramparça, darmadağın. kırılırsak, dökülüverecek.

sabaha varınca gün bir uzun yürüyeceğim.deniz boyunca. sonra biraz esnemek ve rahatlamak ve en çok yeni acılara hazırlamak için kendimi, biraz hareket edeceğim. belki aklımın esaretinden kurtulmak mümkün olabilir böylece.

kırk yıl hatırı olsun diye, acı kahve. 

evine vardığım bir sabah, bana kahve yapmıştın, köpüksüz, acı. bir leke gibi gitmeyişin bundan. ama dolacak çilem ve dönüşeceğim bir sardunyaya. biliyorum. 

yaş aldın. nice!


üzerimde bir hâl var ki! yeleği eksik. çırpınıyorum. havva ana'nın kalbi. 
ömrümün erken ilk yarısı bir bahçede kaldı. çocuk ben. elleri ceviz karası, dizleri yaralı, incirin balı, asmanın gölgesi, hafızasında binbir çiçek adı,  duvarları nemli arap saçı, ekmek arası salçalı yemek harcı en güzel sofrası./ merdivenköy çeşme sokak no:36/ unutulmuyor çocukluk.
şimdi bahçesizim. ağaçsız. hani öyle fenâ ki, balkonsuz. 

iyisi mi ankara'ya varmalı. bir sıkı üşümelik. bir memur sofrasına, olmayan eve, yanmayan sarı ışığa; büyütülmeyen bir sevginin yokluğunu, gidenlerin boşluğunu anason kokusuyla doldurmaya!

                                      dolmaz ya, en azından çürümenin kokusunu bastırmaya.






*Ahmet Erhan, Oğul






22.11.16

'Ben zaten o ilk acıyla ölmediğimde çok gücenmiştim hayata.'*



ben bu dünyaya kazık kakmaya geldim. bir yerde duracağım ve gidişini izleyeceğim sevdiklerimin. hikayelerindeki üç nokta olacağım. anladım. bir kez daha. 
Moda'dan muhtelife kucağımda Veli yürürken de anlamıştım.
elimde Mecnun'un daha sıcağı gitmemiş bedeni Acıbadem'den yürürken de anlamıştım.
Bal'a kapıyı açtıktan 5 dakika sonra gözlerimizin önünde araba çarptığında da anladım. 
dün elimde canım kızım, güzel kuyruğum, o kliniğin kapısına kadar ömrümün en uzun koridorunda yürürken de anladım. herkes gidecek, ben kalacağım. içimin rutubeti serin tutmuyor artık beni.

kalan çocukları düşünüyorum. hikayemizin nasıl sonlanacağı senaryoları dönüyor aklımda. varsa hala bir aklım. 
insan aklını yitirmeli.

toprak örtüyor sevdiklerimizi. biz yorgan altlarında. aklım. beynim. yerinden çıkmıyor hala. hilmi var gücüyle, tüm sevgisiyle sarıyor bizi. çatıya bile çıkmıyor üzülmeyelim diye. kalbimiz dayanmaz diye. olcay uzaklara gitmiyor. yanı başımızda. alien, izzet, maskot sakince takılıyorlar. saman yok 2 gündür. biz orada mıyız sahi?


kedi piremses olur mu hiç? güzel kuyruk, piremsesti. ipek tüylü bir piremses.

biz bu hayvanların hayatını güzelleştirebiliyor muyuz sahiden? bilmiyorum. giden güzel çocuklar için 5 fidan diktik bugün. balıkesir taraflarında bir yere gitti bağışımız. bir avuç toprağımız bile yok, nasıl bir arada tutacağız sevdiklerimizi...

göz göze gelmiyoruz mümkün olduğunca, dokunmuyoruz. acılarımızdan seviyoruz birbirimizi. kanayacağız ilk temasta. pasta kremasına bakıyoruz üç kadın. yaraları benzer. krema karışıyor,  yaban mersinleri rengini verdikçe duası yerine ulaşmış gibi bir coşku sarıyor içerimizi. karıştıkça krema, adını aldığa piremsese benziyor rengi... kül gri. 


nur'un bir şiiri vardı. fil gri.


dönüşüyoruz, çoğalıyoruz az kalarak, paylaşıyoruz. var olma halimiz böyle. 

eve varıyorum bir uzun yoldan sonra, sansa ve süt içimin sızısı. kıyı'm.


ah yol. bunca acı ne için, nereye varacak yol. neye değecek bu hasret. bu kadar yarayla hangi toprak alacak beni...
















*Birhan Keskin, Taş Parçaları

18.11.16

'dinsin ayrı odalarda çektiğimiz ağrı'*



ilk elimizi tutanı bırakıyoruz yolda. acıdan kurtaranı acıtma hâli.kendi geçmişinden kurtulmak için. belki.
şöyle biraz uzaklaşsam. dağ gören bir pervaza. ya da hırçın bir deniz. şimdi zor. bir zaman daha.

insanların nasıl kabuklaştığını, dönüştüğünü, kendini bir saksı çiçek ya da bir kedi ya da başka bir şeye adadığını, tam da bir cebelleşmenin ortasında anlıyorum. her şeyi anlamaya çabalayan insanlardan korkuyorum.

başedememenin dibi.

ama çatallar ve kaşıklar bulaşık makinesinde ayrı gözlerde.

bu  mühim. garantili mutluluk.

soğuk. ayrı odalarda tutuyor aklımdan geçenleri. bu iyi. uykusunda ölenleri (ölüverenleri) düşünüyorum. bi çırpıda. ölüm bile eşitleyemiyor bizi. bilinmezin iç rahatlığı umudu sade.

dolap altından bir kedi yavrusu çıkıveriyor. dolaplar kedi doğuramazlar. tahta kurularına yuva olabilirler, ağaçsa. örümcek için mekan olabilirler. ama kedi doğurmazlar. bizim ki yaptı. bazı gün lanetimiz olan, bazı gün soba üzeri mırıldayan çaydanlık sesi hayatımıza dahil oldu.

ayhan bugün istiridye mantarı yetiştirmekten bahsetti. aklıma yeditepe istanbul'un bir sahnesi geldi. önem'in evindeler, olcay gazeteden deve kuşu çiftliği kuran bir adamın nasıl kâr ettiğini okuyor hayretle.  insanların aklına ne değişik işler geliyor! diyor. hayat.

içimde ilkel bir boşluk büyütüyorum. tanımsız.dilsiz.başkentsiz.yönetimsiz. ve en çok sınırsız. daha'ya öykünmeyen, hayat dersleri almamış. kendiliğin yeterliği. beklentisizim oradan. varsın öyle olsun.

yaşlanıyorum. ellerimden anlıyorum bunu. ifademden. zaman kavramının anlamsızlığı. sayılamazlığı.

bi kaç rakamın yanyana duruşu mu ifade edecek seni ne kadar özlediği mi? sanmam. ellerime bakıyorum.

aklıma bir oda geldi bu gece. en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. perdeli, tek kişilik yataklı, dünyanın en güzel aynası duvarda, en güzel yürekli adamlardan birinin usul uykular çektiği, ve derin hasretiyle göçüp gittiği.

nereye gider bu kadar can?

yatağın bir köşesini ev bildim şimdilerde. aynı yerde kıvranıp duruyorum. cümlelerle, tanıdık yüzlerle ve seslerle.  rûyalar var bir de.

geçmiş gölgeleri var. tadı, kokusu bildik. bütün gün üstümde gibi. akşamı nasıl ediyorum bilmiyorum. Eminönünden Balat'a yürüdükçe açılıyor içim. kafam. nefesim.


acı çektikçe soğan doğruyorum. ağlaması kılıflı.


heyecanlar büyütüyorum sağlam kalan yerlerimle. bir gecede filizlenen totoro duası. kim bilir! 


gecenin bir yarısı oluyor, sansa ve süt ile nefesimi eşitliyorum. tek bir soluk alıyor gibi oluyoruz. handiyse gözümü açsam, devasa ormanlardayız. insan görmemiş yerlerde! tek vücut. toprağa ait. ağaca biad. sabah oluyor, pencereden bakıyorum, ağacın dalları yerlerde. kesilmiş. cansız bir beden gibi soluksuz, öyle uzun. ama yapraklar. yemin edebilirim bir süre  daha hayatta kaldıklarına. . .şimdi en iyisi bir uzun rûyaya hazırlanmak. bir ihtimal olarak, uyanmamak. 





                      boyun atkıları, acı taşıyor sanki soluğumuza yakın soğuklarda. 


                                                              'eşyanın tabiatı'








*Birhan Keskin, Nar










7.11.16

'aklımın hasarlı yerleri'

geceler uzun. görebildiğim kadarıyla odada beni izleyen dört göz. soluğu yakınlaşıyor gecenin ilerlerinde, sabaha doğru. ne yapıp ne edip onlardan fazla yaşamalıyım diyorum kendime. yokluğum kıymetli bir bok olduğundan değil, bir ömür sizi kendime  bağımlı kıldığımdan. her gün çıkıyorum evden, her gün terk ediyorum aslında. aslında ne kötüyüm. iyi ki akşamlar var. !

lazımmış gibi geçmiş zamana baktım. gelecek yılın takvimi çıktı karşıma. o rakamları acıdan ölelim diye bulduk. 

kuzguncuğa gittim bugün. pat diye! en sevdiğim. ne usul akşamüstü. teşekkürler mösyö! var olasın! 

kuzguncuğa daha hızlı gittiğim bir sabah. cenaze evveli. bir bankta dört kişi. kıyının yanı. 

hey gidi! 

rüyalarım bildiğim sokaklarda, bilmediğim hayatlar yaşatıyor bana. emsal. köşe diye söyle.

bir defter geçti elime. o defteri doldurduğum sürede 3 kez görmüşüm seni. Olcay' ı çok özlemişim. Bal' ı tanımışım. dünyanın başka dilde anlaşılan bir yerine gitmişim. parklarında dolanmışım. sevdiğim birini incitmişim. çınar yapraklarına dönmüşüm yüzümü, ne yapacağımı bilememişim. trenler, uçaklar. süt ve sansa aklımdan çıkmamış. Hilmi'yi düşünmüş durmuşum. yazmışım, çizmişim, anlatışım. içimi.usul. 

mürekkepler, yapraklar, anason kokuları ve tepeden tırnağa ilhan berk!


bir kelimeye tutuldum. hasar. cümleler akıyor aklımdan. tutamak sorunu.  hey gidi zaman! hiç seçmeden öyle yakınlarından geçtim bazı anların. anca , hey gidi!

dağılıyorum. ve tadını çıkarıyorum parçalanmanın. sonra bir eylem gelirse o dağılmanın kinetiğinden gelecek, biliyorum. aynı şarkıyı 40 kere dinlemekten de yılmıyorum, aynı düşe uyumaktan da 40 gün 40 gece.
kendi dengemle oynuyorum. kendi çemberimde kalmak beni avutuyor sanki hayata karşı. insanları görüyorum. öyle derin hemde. ama çok ağır bu. yaşatmıyor insanı. öldürmüyorda. araf. bir cevaba ihtiyacın olduğunu hissettiğin bir zamanda ki lanet olası belirsizlik gibi. 

dolabı temizleyip rahatlatırken, bir kenara ayırdım mor çiçekli şalvarımı. beyaz tişörtümle giyeceğim onu, yeşil yazmamı bağlayacağım boynuma.  'divane aşık gibi'  mırıldanacağım yaylalarda. hatta aşık olacağım! 'karşıya çifte çamlar' söyleyeceğim bi de! daha aşık, daha aşık! toprakla öğüteceğim kendimi. varsa büyüyeceğim bir çocuk, toprakla, narla! rüya benimse, acı da benim!

'aynı göktaşı geçti  yanımızdan'*




hiç unutmam.








* yeditepe istabul, 46. bölüm, yusuf.

5.11.16

ayvalı ıhlamur

soğanları soyup, doğrayıp, öldürüyorum. her taşkınlığımda bu sırayla. soğan başları gür olduğunda sabri abi'nin bıyıklarına benziyor. havva ana elinde doğruyor soğanları, ben tahtada. yeleğim yok, üşüyorum.

aklıma düşüyorum, kendi içime. kendime yaptıklarımı kimseye yapmıyorum, yine de kendimi sevmek zor.
yarın sabah temizlik var evde, çocukluk pazarı. belki bir uzun yol yürürüm. sansa'yı ve süt'ü çok özler, akşamı zor ederim.

yarına kadar çok var daha. tırnaklarımı keseceğim (çok sevdiğim birine sormuştum, tırnaklarını kendin mi kesiyorsun diye, geçmiş zaman.),,,,,,,,,,,


aynı şarkıları defalarca dinliyorum, aklım sevdiğim semt isimlerinde. 

hiç ummadığım telefonlar çalıyor, insanlar geliyor. özlüyorum. adeta bir meslek edinir gibi! 

akşamları kendimi eve zor atıyorum, yatağımın ev bellediğim köşesinde okuyorum, dinliyorum, izliyorum. hep birbirini tekrar eden sesler, yüzler, cümleler. 
bilmediğim yerlerde dolanmaya cesaretim yok buara. ara sıra arama çubuklarına adını yazıyorum, kendimden gizli. hep aynı sonuçlar çıkıyor. çıkmaz sokak adresler.


uyku öncelerim, kurgulu. kendimi ağaç gövdelerinin arasına bırakıyorum, kış yakını mevsimlerde, koyu yeşil sisli ormanlarda yürüyorum. yanımda suretini değil sohbetini bildiğim insanlar, gülüşü güzel, bazan gamzeli.


belki de yarın sabah uyanmayacağım diyorum usulca yastığa, yorgana sarılıyorum, saçlarımın anlattığı masala son kez inanıyorum.

10.10.16

'aşktan ve umuttan başka'

nicedir. uzun yokluk. insanın insana ettiği. çok okumuyorum. izleyemiyorum. biraz bildiğim yerlerde dolanıyorum.
hişt hişt!!!

sait faik öyküsünden ses düştü geceme, düştü de sana erişemedi. üstelik sokak bomboştu.

bilmem kaçıncıya izliyorum. 

suya yakın durduğum zamanları düşünüyorum. mavi. oraları böyle değil. ayağına taş batarsa canın yanıyor, yaktığın sigarayı unutursan yanıyor canın. böyle lafla sözle değil. insanın insana ettiği. ah!


söylenmeyenleri değilde söylenenleri tutuyoruz. sanki lafın ömrü varmış gibi. tutamıyorum. bir ah! anı. 

boşalma.

yol'un öğrettiği insanın yalnızlığı. ve bütün ömürler güzel bir iki'ye tamamlanmak için yaşanır gibi. ya da bir hayal kırıklığını onarmak en yeni heveslerle. 

edip cansever'in ön adı ömer. delilik. 
  okuduğumda çıldırayazdığım cümleler var. içimi açabilsem bir. gösterebilsem. bir heyecan gömleğin düğmelerini patlatırcasına. 


mevsimlerin içinden geçmiyorum sanki. bir sonra ki fotoğrafa hazırlanıyorum hep. 

yine balkonsuzum bu kış. topladığım otları kurutamadım sana. olmayan sen. eteklerimden döküldü toprağa. ölü otlar. atlar bir de. ayağı kırıldı diye vurulanlar. yok sayılan canlar dünyası. 
hepimizin fikri var kendimizden başkası için neyin daha iyi olduğuna. ve hepimiz yaralıyız en sevgisiz yerlerimizden. 

bana sus, sarıl bana. 

güzel rüyalar büyütüyoruz. bak hilmi kocaman oldu. 

sansa süt'ün yanında. ilişik. 

kalabalıklar güzelleştiriyor, karanfil mevzuubahis. elden ele. 


kapanan fallar suya dökülüyor, bir düş daha güzel yorulabilirmiş gibi. istemsiz ama güdüsel. 

gecenin ortası, üstelik daha uykum yok. 

kulağımda bir ses. 

'hiçbir şey umurumda değil' diye başlayan cümleler fısıldıyor...


iyi geceler.

20.6.16

atlı-karınca




bu defa başka türlü diyorum, kendimi bile ikna edemiyorum. Haziran'ın bana ettiğini, kimse etmiyor. haksız da oluyorum, mutsuz da!

yol' a düşme biçimim değişti. ama dönüşlerde öğrenemediğim bir acı çekme hâli. neden buradayım!?

bahçesizim. aslında alansızım. ortanca ekemiyorum toprağa. serininde rakı içemiyorum. hep sana özeniyorum!

efendi saatlerinde günün, bahçe mezeli rakı içmelerine.  ve nasıl bir özlemek!


sana söylemek istediklerimi kimseye söyleyemiyorum. ağrıyor boğazım.

savruluyorum, ve ömür geçiyor.


bir tutam mavinin bana ettiği işte. sonra sulara giriyorum. kafam biraz güzelce, daha ayık saatlerde de girdiğim oluyor. ayaklarımı yerden kesiyorum bir çabuk. gözlerimi yakıyor tuz. nasıl mavi, nasıl yeşil! uzanıyorum sırt üstü. her yan mavi. taş ev odalarında naftalinli temiz çarşaf kokusu. yaşlı ahşap konsol, kolalı dantel örtü. gözlerimi kapıyorum, göz kapaklarımda güneş. arkası bulut, arkası ağaç. bilmediğim dillerde olmayan şarkıları var ediyorum, kulağımda sular altı tarih... bundan başka bir şeyi nasıl yaşarım diye düşünüyorum. bir uzun dalıyorum. sanki dünya. 

kıyıya yakın kalıyorum hep. 


sonrası yol. uzun bir intihar biçimi olarak dönmek.



kimselere sığınamıyorum. bir çay kadar dayanabiliyorum.  kötülük çoktan ele geçirdi bu çağı!

şairlerin namussuzluk tanımıyla, çağın yaşattığı birbirlerinden çok ayrı!



hiç arada kalmıyorum! mutlak İlhan Berk alıyorum yanıma. onun bir yazdığını iki bozma hâlini nasıl seviyorum!
 yolları adımlamasını, otları, evleri, sayıları tanıtmasını. başka kim bir harfe çalışırdı bir gece!  kendime yakınlaştırışı beni! ortaçağ tenimin keşfi. ve daha neler!

ulaşamadığım insanlara kızmıyorum artık. vakit o vakit. bir zaman daha var beklediğim. ama bir haziran daha değil!

aşk'ı nasıl ayırırım maviden! biraz daha mavi ...sonra, sonrası yok. adlandırılmayan. 





                        ' Bilirim sözcüklerin ulaştığı yere hiçbir şey erişemez. '*












*İlhan Berk



6.6.16

kavun - peynir

'ne dememi istiyorsun' dedi adam.
'.' sustu kadın.
dünyanın bütün dillerinde nefret etmek istiyordu aslında. 



hilmi bey çok büyüdü. gidip gelmelerim ardından daha iyi anlıyorum. 30 dan bir adım önce, kendimi pazar günleri izinli yaptım. . çocukluğuma biraz daha yaklaşabilmek için birazda. 

taze çay demledim. 

 uzun zamandır ilk defa bu kadar yalnız zaman geçirdim evde. özlemişim. eve dokunmak.evi izlemek. devinmek. hatırlamak. görmek. saklanmak.

ve balkonsuzluğum.

belki bu kış.


bütün bu hayat tantanası içinde rakı, bir devam edebilme biçimi. ve bazı şarkılar. ve bazı cümleler.

teşekkür ederim, manolya ağaçlarını sevme nedenim, ilk Nâzım kitabımın sahibi.

sahip. çok değişik. kitaba sahip olunur mu? ya da hayatta herhangi bir şeye sahip olunabilir mi?insanın yitiremeyeceği ne var ki! 

hava şahane. yol izliyorum. 

bir yudum çay. sonra iç bakla pişireceğim enginarlar için. soğan kavurmanın acı ile baş etme yöntemi olması muhtemel.

bazı filmler, bazı adamlar. mandalinalar.

kelimeler yanyana gelince aile kurmuş mu olurlar acaba. öyleyse hiç cümle kurmak istemezdim. sadece kelimeler,  hatta sesler. çünk'ü' aynı mantıkla en kalıplaşmış dar aile biçimi, kelimelerin ta kendisi olurdu. vehayatta yine 
insanoğlunun düzen merakı! en iyisi ses. susma anının sesi. en küçük tepkiler, düşünülmemiş. 

'Kelimeler, albayım,  bazı anlamlara gelmiyor.' *





burası sana;

-gelme.-  



ağaç altlarında geçse bu sarı yaz. çocuğum, haziran.









*Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar





7.4.16

'Rüyasız bir gecenin rüyası.'*

uyuşuyorum.

telefonu bırakabilmek için, kalkıp soğan doğruyorum. enginar pişireceğim. 
aramayacağım.

içimde sürekli bahaneleri değişen bir muhasebe devam ediyor. neyse ki soğanlar pembeleşti.

asma yapraklı bir balkon düşlüyorum, bir masa, bol çiçek, öğlen birasından akşamüstüne yuvarlanıp durmayı.. 

                                                      'balkon, 
alkolik çocuğu evin.' **


masada bol zeytinyağlı çoban salata ve enginar olsun. meyvelerden kavun, peynir belki biraz.

öylece akşamı sabaha bağla dur. fesleğenler yeşerir, kuşlar öter, yazbahar geçer.


bu bahar babamı çok özlüyorum. sanki bir özlemek ki, daha yeni başlıyor gibi.

akşamları kepenkleri ve ışıkları kapayıp Birhan Keskin okuyorum. Fakir Kene. 

ertesi gün sabahın köründe yola düştüğüm sabahlarım olmasa, kalkamam herhalde masadan. efes malt ne güzel bira.

kediler olmasa katlanamam sanki. o zamanda seni severdim; belki  ?

neyse. 

kediler var. yüzyıllardır.

ve elbet iyiki.

yol çekiyor iç'im. anca o zaman görebiliyorum. su,suyorum.

sularaltı gidebilsem.

sualtı ormanları. maviyeşil. güneşte kalmış kitap kapakları gibi.

dağın cesaretine yaslanmak, belki o zaman hatırlamayabilirim. ihtimal. (ne güzel kelime! elbet a' sı şapkalı.)

aklımdan işler geçiyor. makineler, şalterler, eksikler. belki de yarın kimseye çay satmam. bütün taze çayları ben içerim. içerimden içeri. yana yana. çayın vicdan muhakemesi. 



derken derken, eve vardım. artık aramam. bir usul uyurum şimdi. sonrası rüya. sonrası kedi.













*  Maurice Blanchot, Bekleyiş Unutuş, sf. 51
**İlhan BERK, Balkon V